İnsan, tek başına ıssız bir adaya düşerse, ilk işi canını kurtarmanın yolunu aramaktır; okumayı yazmayı aklından geçiremez. Kör cahil değilse, hemen Robinson Crusoe’yu düşünecek, onun neler yapmış olduğunu anımsamaya çalışacaktır. Kitapları nasıl okuduğunuzu, ne kadarını sindirdiğinizi kavramanın bundan amansız yolu aslında yoktur! Bir dolu canalıcı ayrıntıyı üstünkörü okuduğunuz için anımsayamadığınızı şimdi “mış gibi yaparak” anlayabilirsiniz. Dahası, “ateş yakmak” Jack London’ın bir kitabının başlığı olmanın ötesinde “yaşama pratiği”nden ne ölçüde uzak bir eğitimden geçtiğinizi de kanıtlayacaktır size.
Tutalım ki hayatta kalmayı da, ateş yakmayı da başardınız. Elinize kalem kağıt alacak hale ve kıvama geldiğinizde, geçmişte yazmayı istediğiniz konuların buharlaştığını görecek, kendi Robinsonluk koşulunuza sokulmayı deneyeceksiniz büyük olasılıkla. Orada karşınıza asal soru çıkacak, bambaşka bir kılığa bürünerek bu kez: Issız bir adadasınız, olası okurunuz yok artık, her şeye karşın yazma gereksinmesi duyuyor musunuz? Gerçekte/n yazar olup olmadığınızı o köprüde tartacaksınız.