Descartes’ın modern felsefenin temelini atmış şu meşhur sözünü duymamış olanımız yoktur herhalde: "Düşünüyorum öyleyse varım". Felsefeci Roger Scruton ise bambaşka bir şey söylüyor: "İçiyorum öyleyse varım". Şarabını yudumlayarak son derece akıcı ve nükteli bir üslupla hemen her büyük medeniyetin baştacı ettiği bu görkemli içkiyi anlatıyor bize. Platon’dan Nietzsche’ye, İbn Sina’dan Sartre’a, Schopenhauer’den Kant’a pek çok filozofla muhabbete giriyor, herbiriyle farklı bir şarabın tadına bakıyor. Elinden şarabı hiç düşürmeksizin antik çağlardan günümüze şarabın hikâyesini anlatıyor bizlere. Ama daha önce duyduklarımıza hiç benzemiyor bu hikâye: Hem Antik Yunan’dan İslam coğrafyasına kadar çeşitli medeniyetlerde şarabın oynadığı rolü ortaya koyuyor, hem de Ortadoğu’dan Fransa’ya, Güney Amerika’dan Avustralya’ya kadar, dünyanın dört bir yanından şarabın özgün tarihini anlatıyor, toprağın ve bağların kokusunu taşıyor bize. Şimdi, Scruton gibi, biz de Hayyam’a bırakalım sözü: "Dünya dertleri zehir, şarap da panzehir".