1919 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Versay Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla, geride bırakılan dört yıllık yıkımın “bütün savaşlara son veren savaş” olarak anılacağı ve uygarlığın bir daha asla böyle bir yok edici çılgınlığa teslim olmayacağı temennisi bütün dünyada akıllara kazınmıştı.
Ne var ki sadece yirmi yıl sonra çapı, dehşeti ve yok ediciliğiyle 1914-18 yıllarını kat be kat geride bırakan ikinci bir küresel savaş patladı. Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Almanya ile Rusya’nın içine savrulduğu devrimci radikalizm, muzaffer tarafta yer almalarına rağmen haksızlığa uğradıklarını düşünen İtalya ve Japonya’nın saldırgan revizyonizmi; bütün dünyayı sarsan 1929 ekonomik krizi ve imparatorlukların yıkılması ardından zincirinden boşanan militan milliyetçi yahut sosyalist ideolojiler bu felaketi adeta kaçınılmaz kılmışlardı.
Birinci savaşta ortaya çıkan topyekûn savaş anlayışı, kitle imha silahları ile stratejileri ve totaliter yönetimler neticesi, 1945’te silahlar sustuğunda, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde üçüne tekabül eden 60 milyondan fazla insan ölmüştü. Bu, tarihteki en ölümcül savaştı.