Doksanlardan bu yana toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik, psişe, özne oluşumu ve beden üzerine yaptığı çalışmalarla düşünsel hayata yön vermiş son derece önemli bir düşünür olan Judith Butler; Foucault, Deleuze ve Lacan gibi düşünürlerin açtığı ufukta yürümüş, ele aldığı konuları bu düşünürlerin ışığında tartışmıştır. Çalışmalarıyla feminist düşünceye yeni boyutlar kazandırmayı amaçlayan düşünür, özellikle toplumsal cinsiyetlerin tartışılmasında kadın-erkek kutupsallığının mutlak olarak alınmamasını savunur. Zira Butler’a göre “kadın” ve “erkek”, birtakım özsel niteliklerin belirlediği sabit kategoriler olarak görülmemelidir. Öznenin cinselliği, bu tür dışlayıcı ve sabitleyici kategorilerle değil, pratiklere ve bunların yol açtığı akıcı kimlik oluşumlarına yapılan göndermelerle ele alınmalıdır. İktidarın Psişik Yaşamı, Butler’ın Foucault’cu özne anlayışından hareketle özne-iktidar ilişkisini ele aldığı bir çalışma. Butler bu kitabında farklı kaynaklara yönelerek Foucault’nun çalışmasında teşhis ettiği şu önemli paradoksa mercek tutuyor: Eğer iktidar sadece özneyi kısıtlayan değil, aynı zamanda özneyi kuran temel unsursa, o halde herhangi bir iktidar ilişkisi olmadan öznenin var olamayacağını söylemek zorundayız. Peki eğer iktidar ilişkilerinden azade bir özneden bahsedemeyeceksek, öznelerin iktidara direnebileceklerini ya da tabi olduklarını söylememiz nasıl mümkün olacaktır? Özne basit anlamda iktidarın bir ürünü müdür, yoksa özneyle iktidar arasında daha karmaşık bir ilişki mi söz konusudur? Butler, bu sorunu çözmek üzere Hegel, Nietzsche, Freud, Althusser gibi düşünürlerin kuramlarına başvuruyor; mutsuz bilinç, kara vicdan, çağırma, özdeşleşme ve melankoli gibi kavramları Foucault’nun kuramıyla iletişime sokarak psişenin iktidarla olan ilişkisinin basit bir kabullenme ve içselleştirmeden ibaret olmadığını vurguluyor. Butler böylece sözünü ettiğimiz döngüsellikle baş etmeye çalışıyor, ancak bunu yaparken onu devre dışı bırakmayı değil, derinleştirip inceltmeyi hedefliyor. Butler, diğer kitaplarında başlattığı çizgiyi sürdürerek, İktidarın Psişik Yaşamı’nda da öznenin kuruluşunda pratiklerin, performansın ve değişken özdeşleşme ilişkilerinin önemini irdeliyor. Sonuçta karşımıza, içinde çeşitli eylem ve özdeşleşme olanakları barındıran, akıcılığı sayesinde her türlü sabitleştirici sınırı ihlal edebilen, değişime açık bir özne resmi çıkıyor: İktidarın sınırlayıcı ve dönüştürücü imkânlarını kendi bünyesinde buluşturan, eylemsel ve üretici enerjisini bu çatışmadan alan bir özne.