Medya alanında 1980’li yıllardan sonra çok hızlı ve köklü değişimler yaşandı. Hemen her yerde geleneksel medya düzenleri yıkıldı ve neoliberal politikalar doğrultusunda yeni bir düzen inşa edildi. Radyo ve televizyon alanındaki kamusal tekeller özelleştirme ve serbestleştirme (deregülasyon) yoluyla kaldırılırken, medyada yepyeni bir mülkiyet yapısı oluştu. Medya, sermaye ve devleti bütünleştiren bir zemin üzerinde yükselen bu yeni medya düzeninin en uç örneklerinden birisi de Türkiye’de gerçekleşti.
Söz konusu değişimlerin mantığını ve nedenini günümüzün önde gelen iletişim bilimcilerinden R.W. McChesney şöyle açıklıyor: “‘Neoliberalizm’ yalnızca bir ekonomi kavramı değil, aynı zamanda bir siyasal teoridir. Bu teori, iş dünyasının egemenliğinin temsili demokrasiye dayalı bir toplumda en iyi biçimde gerçekleşeceğini varsayar. Ancak bu görüş, özellikle işçi sınıfı arasında yüksek bir depolitizasyon ile simgelenen, zayıf ve etkisiz yapıların olduğu ortamlarda geçerlidir. Neoliberal proje için mevcut ticari medya düzeninin neden bu kadar önemli olduğu en iyi bu noktadan bakıldığında görülür. Çünkü günümüzün medya düzeni, bir ‘polis devleti’ne başvurulmadan ya da etkili bir halk direnişiyle karşılaşılmadan, iş dünyasının egemenliğinin sürmesini sağlayacak yapmacık bir siyasal kültürün oluşturulmasına olağanüstü katkı sağlar.”
Bu çalışma, medya, iş dünyası ve siyasal iktidarın “füzyonu” yoluyla oluşan, başarıyı yalnızca ticari kazanca endeksleyen yeni medya düzeninin dünyada ve Türkiye’deki yapılanışını inceliyor; bu yapılanışın medyayı “kamusal hizmet” üretme konumundan ve iddiasından nasıl ve ne denli uzaklaştırdığını sergiliyor.