Doksanlı yıllarla birlikte sanat, döneme ait özgün sorunların ve soruların etrafında yeniden şekillendi. Sanatsal evrende ortaya çıkan alışılmamış ya da değişmiş ifade biçimleri eskiye dair sorular üzerinden çözülemezdi, biçime ve öze yönelik yanlış anlamaların temelinde yatan da budur. Konuyla doğrudan ilgili olmayan çevrelerde olduğu kadar sanat çevrelerinde de bu anlayış aşılmadan yeni sanat yapıtlarının okunabilmesi, yorumlanabilmesi ve yeniden üretilebilmesi olanaksızdır. Nicolas Bourriaud bu bağlamda karşılıklı-eylem, biraradalık ve ilişkisellik üzerinden bir okuma öneriyor. Sanat yapıtının temeline bu kavramların gelip yerleşmesinin nedenini ise, kapitalist düzenin günümüzde insani ilişkiler uzamında yarattığı eksikliklerde arıyor ve bu noktada sanatı tekbiçimleştirilmeden korunmuş bir uzam, zengin bir toplumsal deney alanı olarak şekillendiriyor. Çeşitli dergilerde ve sergi kataloglarında yayınlanmış olanların yanı sıra daha önce hiçbir yerde çıkmamış makaleleri de içeren İlişkisel Estetik, sanatın büyük ekonomik sistemle olan bağlan doğrultusunda yeniden kurgulandığı, öncü bir manifestodur.