“Bu hayatta…” diye başlayan ve hepimizin hayal gücünü tetikleyen cümlelerin insanı derin uykulardan uyandıran bir yanı var. Elmadan bir ısırık aldığında birden rüyadan uyanarak, titreyen çıplak bedenini fark eden Adem’in kendi bedenine, kendi zamanına, kısaca kendi yaşamı denilen hayat kurgusuna hapsolduğunu ürküntüyle fark ettiği ölümlülük hissinin bir benzeri bu. Rüyadakine göre daha kırılgan, daha sınırlayıcı ve üstelik geçici bir hayatta olduğumuzu derinden kavradığımız bir uyanma hali. Elbette yaşama dair soruların hedefindeki bu ürpertici fark ediş, hayatın sınırlarını kavramakla doğrudan ilgilidir.
Sınır nerede başlıyor, nerede bitiyor? Yaşamın başı ve sonrası ne? İlk insandan beri zihinleri meşgul eden ve çaresizliğimizi ele veren sorular… Aklımız ermeye başladığı andan itibaren gönüllü olduğumuz ve her şeye rağmen bir elma tadında kolayca içine daldığımız hayatın sınırlarının nerede bittiğini ve sınırların ötesinde ne olduğunu merak ediyoruz. Peki ama yaşamın ne olduğundan, nereye gittiğinden emin miyiz? Gelecekte insanın neye benzeyeceğinden?
Kitapta yazar,insanlığın geçmişi ile geleceğini birlikte düşünme fırsatları yaratıyor.