"Eğer kalabalık bir yerde oturuyorsanız, ona yer açın. Gelip aranıza otursun. Gözlerini kaçırıyor. Biraz dalgın sanki. Öyle mi? Ve çabuk unutuyor. Fark ettiniz. Ama uzun bir yoldan geliyor olmasına bağışlanamaz bir yorgunluk da var sanki üzerinde. Omuzları, görünmez ve ağır bir yükün altında. Peki. Bir yer açın yine de. Omuzlarıyla, biraz şişmiş göbeğiyle ve göbeğinden yere düşmekte olan gözleriyle, pejmürde kılığıyla gelip otursun. Aranıza gelip otursun. Garsona takılıyor gözleri. Ve boş bir yer arıyor. İçeri girdiğinden beri yer bakınıyor aslında kendine. Ama en çok da boş bir koltuğa tek başına oturmaktan korkuyor. O yüzden biraz yer açın aranızda. Buraya, insanların arasına her gelişinde, boş bir yer verilecek ve oraya, bomboş kanepeye oturtulacak diye tedirgin oluyor. O yüzden bir yer açın aranızda. Sizden sigara isteyecek. Çay ve sohbet isteyecek. Ama tastamam bir densizlik de sayılmaz bu. Çünkü bütün bunlar olacak diye de ayrıca korkuyor. Onun insanlara yük olma konusundaki özel namusu bu. Her akşam buraya, tarihin sızmasına her nasılsa izin verdiği bu müştemilâtın duvarlarının çatlaklarından sızan ney sesine kulağını dayamak için. Belki de bunun gerçekten de 16. Yüzyıl‘dan kalma bir ney sesi olmasından korkarak ve bu ses onu, başını serin mermerlere dayayıp hülyalara dalmaktan alıkoyacak diye tedirgin olarak. Buraya, bu nargileciye taammüden gelmiş olabilir mi? Sanki öyle değil. Kim bilir nereye geldiğini düşünüyor. Dışarısı biraz soğuk. Ama bakın. Kapıya doğru bakın. Kapıdan içeri girip fikir değiştirmiş, çıkmakla kalmak arasında kararsız kalmış, ürkek kılıklı, göbekli ve orta yaşlı şu kitaba bakın. İki akıntılı bir kitap bu. Akıntıların tam ortasında kımıltısız duruyor. Hayatın, biri ters yöne akan iki akıntısının tam ortasında kalmış. Ve bilir misiniz ki bu başkaca hiçbir durgunluğa benzemez. Şiirin, açık havanın ve üzerinde otlar bitmiş kümbetlerin, tertemiz bir dolunayın altında dönüştüğü esrarın özel bir sarhoşudur o. Ona aranızda yer açın. Ve aranıza geldi oturdu. Koltuğa yerleşti. İlk defa çözülen dili, her yaşamamış erkeğin yaptığı gibi askerlik hatıralarından başladı. Elindeki kitabı açtı. Kitap, içindeki adamı açtı. Fark etmez. Anlatmaya başladı. Size geçmeyen zamanı anlatacak şimdi. Geçmeyen mi? Vaktiyle geçmemiş bir zamanı anlatacak. Geçmemiş, durmuş, ağırlaşmış, berrak ve billur zamanın durgun ve lapa koyu ağırlığını anlatacak. Ona bir çay söyleyin."