Hacı adayları çoğunlukla tehlikeli koşullarda uzaklardan, ülkenin dört bir yanından yayan gelirlerdi, üstleri başları dökülürdü, ateşleri olurdu; hikâyeleri kehanet, mucize, sefalet ve suç doluydu, daha da rahatsız edici olan hepsini alçak sesle anlatmalarıydı, ta ki en ufak sesle duraksayıp omuzlarının üzerinden dikkatle etrafa bakana dek. Hacılar ve hastalar, muhafızlar ya da belki de korkunç V’ler tarafından suçüstü yakalanma ve aşağılık cemaatin, yani Putperestlik Birliği’nin propagandacısı, makouf olarak suçlanma korkusuyla, herkes gibi, daima tetikteydiler. Ati, uzaktan gelen bu yolcularla iletişim kurmayı severdi, bunun için çaba gösterirdi, seyahatleri boyunca biriktirdikleri hikâyeleri, keşfettikleri şeyleri dinlemekten hoşlanırdı. Ülke o kadar büyük, o kadar bilinmezle doluydu ki insanın bu gizemlerin içinde kaybolası geliyordu.
George Orwell’ın 1984’üne ithaf niteliğindeki bu romanda Boualem Sansal, dine dayalı, totaliter rejimlerin sınırlarını genişleterek okuru yakın gelecekte geçen gerçek bir kâbusun, bir din distopyasının içine çekiyor ve böyle bir dünyada umudun hâlâ var olup olmadığını sorgulatıyor...
Sıradan bir Abistanlı olan Ati, tarihin yok olduğu, kültürel farklılıkların ortadan kaldırıldığı, zorbalık ve tahakkümle tek bir inancın dayatıldığı ve insanların düşünmelerine imkân verilmediği bir ülkede, yani Abistan’da aslında başka gerçeklikler olduğunu fark eder ve tüm korkularına rağmen bunların peşine düşer...