Yirminci yüzyılın ilk yarısında, Kahire; varlıklı, dul bir kadın: Ain hanım. Şımartarak büyüttüğü oğlu İzzet, arkadaşı Hamdun, ikisinin de âşık olduğu güzel Bedriye ve bahtsız Seyyide; bütün bir mahalle ve o mahallede Mısır’ın saklı yüzü. Necip Mahfuz, Aşk Zamanı’nda okurunu umutsuz bir aşkın çevresinde ördüğü entrikalara, yeraltı örgütlerine, örtünmeye mahkûm kadınların cesaretle adım attığı tiyatro ve gösteri dünyasına götürüyor. Gerçekleşmeyecek hayallerin peşinde koşan, yolunu tesadüflerle ören ve kendi tercihi olan yalnızlığın içinde avunmaya çalışan amaçsız ve hedefsiz İzzet, en yakınlarının kaderini değiştirecek adımı attığında bu seçimin yalnız onlara değil kendine de ihanet olduğunu çok sonra anlayacaktır.
Kulüpteki odasına kapanıp hayatını gözden geçirmeye başladı. İlk kez değildi, ancak duyguları altüst olmuştu. Önceleri boşluktan bunalırdı, fakat sonra o boşluğu inanmadığı bir işle doldurmuştu. Doldurmamış mıydı? Oysa İzzet ne tiyatro adamıydı ne de gece kulübü ona göreydi. “Ömrümde yaptığım işler bir şeylerden, arzuladığım şeylerden ya da intikam duygularından kaçış oldu hep,” diye geçiyordu zihninden. “Beni yoldan ilk çıkaran annemdi, tamamen iyi niyetle hareket etmişti oysa. Böyle şeyleri anlama ya da sindirme yeteneğinden yoksunum. Tek istediğim biraz huzur. Kendimle barışık olmaya ihtiyacım var.”