Gökyüzünden doğu-batı ayrımı yapılmazsa da, insanın ayağı toprağa bastığı için doğu-batı çatışması insanlık tarihi boyunca hep devam etmiştir. Bu ayırım coğrafi değil, düşünseldir. Doğu doğuşu, batı batışı ifade etmektedir. Bu sebeple, doğuyu bilmeden batıyı anlayamayız. Batı, doğunun en yozlaşmış, en çürümüş, en önemlisi de yalanı, bencilliği, sadakatsizliği ve zulmü sistematize etmiş halidir. Batı kendi ülke sınırları içinde, araç olarak kullandığı “halkına” kısmen adil davranmış olsa da dünyayı kan gölüne çevirmiş, savaşları, yozlaşmayı araç olmaktan çıkarmış, amaç haline getirmiştir. Batı kültürüyle yetişmiş birey ve toplum, ekonomik ve siyasi bir araca dönüşmüş, yalnızlaştırılmış ve yozlaştırılmıştır.
Konfüçyüs, MÖ 551 - MÖ 479 tarihleri arasında yaşamış büyük bir düşünürdür. O günden bu yana insanlığın arayışı hep aynı olmuştur. Anlaşılan o ki, adalet ile zulüm, hakikatle yalan, erdem ile ahlaksızlık arasındaki savaş hep devam devam edecektir. Bütün mesele kendimizi hangi tarafta gördüğümüzle ilgilidir.
Konfüçyüs, adalet uğruna savaşmış, eylem ile söylemini bu çerçevede harekete geçirmiş büyük bir bilgedir.
Yazar, hakikatten, erdemden ve adaletten yana ise, yazdığı kimsenin karakterine bürünmelidir. Deyim yerindeyse iyi bir karakter oyuncusu olmalıdır. Yaptığım bütün çalışmalarda bu hakikatten ayrılmadım. Zerdüşt’ü yazarken Zerdüşt oldum. Mevlana’yı yazarken Mevlana, Buda’yı yazarken Buda oldum. Onların nasıl bir hayat sürdürdüklerini hayal ederek yazdım.
Konfüçyüs’ü yazarken onunla özdeşleştim. Nasıl bir ailede yaşadı? Nasıl bir çocukluk geçirdi? O zamanki devlet düzeni nasıldı? Bunu hayal ederek bir roman kurgusunu yaptım.