İlkokuldan beri komşu mahalleden arkadaşımdı Hayk. Lise’de siyasal inançlarımı ilk açtıklarımdan biriydi. Sınıfın en iyi öğrencilerindendi. Babası Parseh Açıkgöz, iskele yöresinde sık rastladığım dışalım-dışsatımla uğraşan bir tüccardı. Lisede, Marks, Engels, Lenin’le ilgili söylediklerim pek çekici gelmemişti Hayk’a. Çalışkan öğrenci tavrı içinde, başkalarının dediğini benimsemenin doğru olmadığını, insanın kendisinin arayıp yeni bir şeyler bulması gerektiğini savunurdu sürekli.
Yakın arkadaştık; Merih ile ilişkimizi de ilk öğrenenlerdendi. Tam liseyi bitirip büyük tutkuyla doktor olmak için İstanbul’a geldiği yıl babası ortağı olduğu Hokkacızadeler ile birlikte tüm varlığını yitirmecesine battı. Ermeni olduğu için Sağlık Bakanlığı’nın Türk öğrencilere destek veren yurtlarına da almıyorlardı. Ortada kaldı Hayk. Samsun’a dönmek katlanamayacağı bir yıkımdı. Başvurduğu Ermeni cemaatinin varsıllarından sağlanan küçük para yardımlarıyla direnmeye başladı. İçine düştüğü ortamın bir iyiliği olmuş, ayakları yere basmıştı. Yaşamı daha gerçek boyutları içinde görüyordu artık. Eskisinden daha yakındık birbirimize. Merih, Hayk, ben parasal yönü de olan dayanışma içinde üçlü oluşturmuştuk. Bizi pek etkileyen Şolohov’un Uyandırılmış Toprak romanından esinlenerek de Kolhoz diyorduk dayanışmamıza…
Dostluğumuz Hayk’ı yitirene kadar sürdü. Bu kitapta, iddia ettiği gibi, kendi yolunu nasıl dürüstlükle, inançla, özveriyle bulduğunu, o yolda nasıl ilerlediğini bütün çıplaklığı ile okuyacaksınız.