Türkiye’nin son yüzyılında yaşanan gelişmeler, bir zamanların görkemli isimlerini ve devasa düşünce ekollerini unutturdu. Bir zamanlar sadece Anadolu’da değil Balkanlardan Hind Altkıtası'na kadar İslam coğrafyasında Fahreddîn Râzî, Seyyid Şerif Cürcânî, Sadeddin Teftazânî, Molla Fenârî gibi düşünürlerin adını duymadan ve görüşlerini bilmeden medreseden mezun olmak imkânsızdı. Son yüzyılda bu isimler önce sıradanlaştı, sonra sırlandı, ardından da sırlandıkları camlar, arkasını hiç göstermeyen ve bakanın sadece kendisini görebildiği aynalara dönüştü.
Anadolu’daki irfan, İslam geleneğinin bütününü kuşatan, aktaran ve yeniden yorumlayabilen bir düşünceler manzumesinden oluşmuştu. Bu manzume, Râzî geleneği, Hanefî-Mâturîdî gelenek, Türkistan-Mâverâünnehir tasavvufu ve İbnü’l-Arabî geleneği olmak üzere dört temel bileşene sahipti ve bütün bu ekoller, karşılıklı etkileşim içindeydi. Osmanlı'nın cihan hâkimiyeti mefkûresi de güçlü ve zayıf yanlarıyla böylesi bir nazarî düşünce birikimi üzerine kurulmuştu.
Bu kitap, özellikle Anadolu coğrafyasında Selçuklulardan modern döneme kadar hâkim olan İslam düşünce geleneğini kısaca tanıtmak amacıyla yazıldı. Bu amaçla önce klasik dönemde İslam dünyasında cari olan bilimlerin genel bir tanıtımını ele alan eser, ardından klasik dönemden tevarüs ettiğimiz düşünce geleneğinin bileşenlerini kısaca ama bütün olarak ortaya koyuyor. Sonrasında ise tevhid, nübüvvet ve ahlâk hakkında bu geleneğin duyarlığını fark etmemizi sağlayacak temel meseleleri ele alıyor.