Sağlıklı beslenmek iyi bir şey elbette ama günün sonunda uyguladığımız sıkı perhizleri değil de yediğimiz içtiğimiz lezzetleri hatırlayıp yâd ediyoruz. Sıvıyağla pişmiş pilavın sağlıklı cılızlığını koyalım şöyle bir kenara, pilav denince tereyağlı, pirinçlerin tane tane düştüğü hâli gelmiyor mu gözünüzün önüne? Patlıcanlısı denince ağzınız sulanmıyor mu?
Eh boşuna dememişler, can boğazdan gelir diye…
Yemek yemek her çağın kendi olanakları, kendi gelenekleriyle şenlikli bir birlikteliğin temeli olagelmiş. Hele, farklı toplumların bir arada yaşadığı, her toplumun dilini, geleneğini göreneğini ve mutfağını taşıdığı imparatorluk topraklarında… Hele de imparatorluğun başkentinde, yemekten konuşmak bir şölenin tarifi gibi. O nedenle İstanbul mutfağı başka yerlerle kabil-i kıyas değildir. Payitahtın sarayları, köşkleri, konakları, meyhaneleri bir kocaman mutfak olur çıkar… Oburları da meşhurdur dolayısıyla, fıkralara, anılara, hatta gazete yazılarına konu olurlar.
Arşivden Lezzetler, işte bu şenlikli
ve neşeli edimimizin, yiyip içmemizin tarih boyunca uğradığı durakları anlatıyor.
Kültür tarihimizin renkli arkeoloğu Gökhan Akçura, bir kez daha Oğlak Yayınları’nda geçmişten bugüne uzanan hayatımızın renklerine çağırıyor.