Milliyetçiliğin farklı tarihsel bağlamlarda farklı biçimler almasının yanı sıra tek bir toplumsal sınıfın ideolojisine indirgenemeyecek derecede derine nüfuz ettiğini kabul etmeliyiz. Milliyetçilik, ulusal burjuvazinin çıkarlarının temsilcisi olarak yükselebilir, fakat bu sınıfın içinde oluştuğu kendine özgü koşullar diğer sınıfları da milliyetçi politikaları desteklemeye sevk edebilir. Yirminci yüzyılın başında Azerbaycan’da yaşanan süreç bu bağlamda oldukça ilginç bir örnek oluşturuyor. Bu dönemde iki önemli olgunun altını çizmek gerekir. Öncelikle, Ermeni-Azeri rekabeti ve çatışması Azeri burjuvazisi ile işçi sınıfını birlikte hareket etmeye yöneltmiştir. Öte yandan modernist Azerbaycan milliyetçiliği aynı zamanda Rus kolonyalizmine karşı siyasal bir yanıt olarak gelişmiştir. Mehmet Emin Resulzade’ye göre Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti esas olarak üç temel ilke üzerine kurulmuştu: ulusal egemenlik, özgürlük ve eşitlik. Resulzade’nin düşünme tarzında bu üç ilke Batı demokrasisinin mirasını özetliyordu. Azerbaycan Bağımsızlık Bildirisi (1918) ve Paris Barış Konferansı’nda (1919-1920) Azerbaycan temsilcilerinin talepleri bu bakımdan kritik öneme sahiptir. Bağımsızlık bildirisi laik ilkeler üzerine kurulan ilk Müslüman devleti müjdeliyor, Paris’teki talepler ise uluslararası toplum tarafından tanınma için gösterilen çabaları ifade ediyordu. Azerbaycan’daki kısa süreli bu ilk ulus-devlet deneyimi, birçok açıdan bir ilktir ve bu çalışmada aktarmaya çalıştığım tüm özgünlükleriyle sonraki nesillere önemli bir esin kaynağı olmuştur.