Siyaseti, toplumsal adaletsizliği giderecek bir manivela olarak gören bir politikacıydı İsmail Cem. "Servet edinmek maksadıyla siyasete girenler"in tersine o, "Neden benim sahip olduklarıma başkaları sahip değil?" sorusuyla kolları sıvamış ender siyasetçilerden biriydi. Milliyet’te, Cumhuriyet’te, Politika’da, Güneş’te, Sabah’ta köşe yazarlığından genel yayın yönetmenliğine, her düzeyde görev yapmış bir gazeteci ve TRT’nin efsanevi genel müdürüydü. Kültür bakanlığı, Dışişleri bakanlığı yaptı. On sene Avrupa Konseyi’nde üyelik ve bir dönem Konsey’deki Sosyalist Grup başkan vekilliği ve Türk Heyeti başkanlığı yaptı. Beş yıllık hizmet süresiyle en uzun görevde kalan Dışişleri bakanlarından biri oldu. Lüksemburg ve Helsinki zirveleri gibi birçok önemli olayda tarihî rol oynadı. Türk-Yunan gerilimini, sağlam ve kalıcı bir diyaloğa dönüştürdü. Kuşatma altında Arafat’la, kriz ânında Saddam’la görüştü; Avrupa Birliği ile İslam Konferansı ülkelerini İstanbul’da bir araya getirerek ilk "Medeniyetler Buluşması"nın mimarı oldu. Refah Partisi’nin, AKP’nin yükseliş dinamiklerini önceden görmüş, Yeni Türkiye Partisi deneyimini ve hayal kırıklığını yaşamış bir siyaset adamıydı o. Ve tüm bunların yanı sıra çok okuyan, çok yazan, çok düşünen bir aydın, amatör bir fotoğraf sanatçısı, fanatik bir Galatasaray taraftarıydı. Can Dündar, İsmail Cem’in aramızdan ayrılmasından kısa süre önce onunla bir nehir söyleşi yaptı. Ben Böyle Veda Etmeliyim, hastalığının ileri safhalarında bile fotoğraf çekmekten, yazmaktan, politikaya katkı yapmaktan geri durmayan bu çok vasıflı, güler yüzlü, çalışkan ve sözünün eri siyaset adamının dünyasının kapılarını aralarken, solda bölünmeler başta olmak üzere, Türkiye ve dünyanın yakın tarihindeki birçok önemli gelişmenin de perde arkasını anlatıyor.