* Önemli olan kim olacağınıza inandığınız değil, kim olduğunuzu bilmenizdir. Peki kim olduğunuzu nereden bileceksiniz? Tarihler boyunca aşılanan bir melez olarak, damgalanan kağıt kimliklerden mi? Çocukken her cümlesine inanarak dinlediğiniz hiç tanımadığınız öğretmenlerden mi? Yoksa günlerinizi saatler içine , yaşamınızı yıllar içerisine sığdırmanızı öğreten inançlardan mi? Peki ya hiçbirisi değilse? Tüm bu oyunları kendin, sadece inanmak istediğin için düzenlemiş olabilir misin? Çocukluk yaşamını bildiğini zannediyorsun, oysa ki tüm olanlar etrafındaki insanların oluşturdukları anılardan ibarettir, onlar da içinde oldukları anıların gerçek olduğuna inanmaktadır.
Hiçkimse çocukluk fotoğraflarında kendini kabullenmez, ancak başkaları o olduğuna inandırır. Hatırlamazsan bilemezsin, bilinç bilmediklerini deneyimleyemez. Kim inanmanı istemediyse aslında inanmanı istedi, kim inanmanı istediyse aslında inanmanı engelledi. Gözden kaçırdığın esas mesele, sistemin seni anılar içerisinde yaşatarak uyutmasıdır. Peki neye inanıyorsun? Kendi ölümün hariç gördüğün ölümler yüzünden öleceğine mi? Yalanın iyi ve kötü senaryosuna mı? Arınıp uyanmanı bekleyen bir Tanrıya mı? Yoksa tarih boyu korkuyu empoze ederek kontrol için yaratılan çeşitli şeytan figürlerine mi? İnanmaya çalışma, dönüşümsüz inanç, çarmıha gerilen altı yüz altmış altı rüyadır. Canavarın rüyası bilgisiz bilinçte yaşamaktadır. Kendini gerçekleştirme bilimi, kim olmadığını öğrenmenle başlar, gerçeği gerçekleştirme bilimi hangi ırk olduğunu bilmekle. Kendine yabancı olsan bile, evinin burası olmadığını biliyorsun. Sürekli gitmek istedin ancak nereye gideceğini bilemedin.
Yalanların iyi ve kötü rüyasında olan insan uyanınca, masalsız Tanrının sessizliğini merdivenleri tırmandıkça duyacaktır. Bilincin Tanrısal Yolculuğu, spiritüalizmin ifşasını gerçeğe çağrı olarak sunmaktadır. *