Biz tarih öncesi insanını, hayata bakış açısını tarihte geçirmiş olduğu gelişim aşamalarından tanıyoruz; yani bize bırakmış olduğu anıtlar ve araçlarla, sanatıyla, dinsel ve masalsı, efsaneler ve mitsel öyküleriyle, yaşam üzerine düşüncelerine ilişkin bize ya doğrudan doğruya ya da dolaylı yoldan gelen bilgilerle ve sonuç olarak bizim bugünkü adetlerimizde bir takım izlerini bulguladığımız, yaşayan düşünce biçimleriyle tanırız. Ayrıca bu tarih öncesi insan bir anlamda hala çağdaşımızdır. Biz içimizden bazılarını hala kendimizden çok ilkel insana yakın sayarız ve onlarda eski insanın doğrudan doğruya asıllarını ve ardıllarını görebiliriz. Vahşi ve yarı vahşi dediğimiz bu insanlarla ilgili olarak böyle bir yargıda bulunabiliriz. Onların ruhsal dünyası bizim için önemlidir; çünkü bu ruhsal dünyada kendi gelişim sürecimizin iyi muhafaza edilmiş ilk evrelerini biliyoruz.
Bu yaklaşımın doğru olduğunu kabul edersek, etnografyanın bize öğrettiği "ilkel insan psikolojisi" ile psikanaliz araştırmalarının bize öğrettiği "nevrozluların psikolojisi" arasında yapılacak bir karşılaştırma birçok ortak noktaya ışık tutarak, az çok bildiğimiz konuları aydınlatacaktır.