70’li yılların ikinci yarısı memleketin her köşesi yangın yeriyken biz de ilk gençliğimizin/ çocukluğumuzun payına düşen hikâyesini yaşıyorduk. Memleketlerimizden sınav kazanmış parlak çocuklar olarak geldiğimiz “meşhur” Çamlıca’da devasa ağaçların arasındaki görkemli köşkün kocaman odalarındaki ranzalarda büzüşerek uyurken buluverdik kendimizi. Ana baba sıcaklığını birbirinde arayan/bulan çocuklardık; arkadaş olduk, kardeş olduk…
Arkadaşımız Aysel, yıllar sonra bizlerden sabırla dinlediği anıları ince ince işleyerek bizim hikâyemizi anlatıyor Bizim Kızlar romanında. Küçücük bir çocuğun gözüyle yatılı okul hayatının örseleyici yanları kadar birbirimizden nasıl güç aldığımızı, nasıl bir dayanışma ruhunun yaratıldığını anlatmış. On bir yaşında tek başına kalakaldığımız koca kentte adeta ülkenin küçücük bir modeli olan okulumuzdaki haksızlıkların karşısında duruşumuzu hem de ülkede yükselen toplumsal muhalefetin bir parçası oluşumuzun da hikâyesini okuyacaksınız.
Hikâyesinin parçası olan bizler, onun duyarlılığı ve olağanüstü gözlemciliği sayesinde o günleri yeniden yaşadık. Yalnızca öğrenciliğimizi değil 1 Mayıs 77’yi, Maraş katliamını da… Unutmadığımız, unutulmaması gereken acıları da… Velhasıl güldük, ağladık; unutmayı yeğlediklerimizi hatırladık, öfkelendik…
Hikâyemiz, Aysel’in romanı, şimdilerde pansiyonlarda, yurtlarda kalan (başlarına gelmedik kalmayan) yoksul çocukları anlamanız için de vesile olur belki. Okuyun derim, benim/bizim hikâyemizi okurken bir dönemin küçük bir kesitini öğrenme/hatırlama şansını yakalarsınız belki…
Asiye Belovacıklı