Üzerine yazmak istediğim atmosfer, birkaç yıl önce annemle gittiğimiz Meksika seyahatinde ortaya çıkmıştı. Bizi havaalanına götürmek için kiralanmış olan otobüsle ilgili bir karışıklık olmuştu ve otobüs bizi tuhaf bir otelin pembe karolu avlusuna bırakmıştı. Hoparlörlerden Albinoni’nin Adagio’su duyuluyor ve üzerimize bir şeyler yağıyordu, havaya baktığımızda kül olduğunu anlamıştık. Elif Batuman’ın Budala’sı ergenlik ile yetişkinlik, aşk ile cinsellik ve konuşmak ile yazmak arasında duran bir güneş saati adeta; gölgenin ne yana düşeceği ise muazzam bir muamma.
Harvard’daki ilk senesinde genç bir kadın, adı Selin, aylak aylak dolaşıyor kampüste. İlk kez gördüğü e-posta, içemediği birkaç şişe bira, klasik edebiyatıyla Rusça, arkadaşları Ivan ve Svetlana… Nasıl duruyor hepsi bir arada? Selin binbir kültür arasında dolaşıp farklılıkları ve aynılıkları, saçmalıkları ve akla yatkınlıkları anlatıyor. İmgelerle dolu masalsı diliyle, derin bir duygusallıkla, entelektüel mizahıyla…
Anı ile kurmacanın arasına gerilmiş ince bir ip Budala ve Elif Batuman bu ipin üzerinde ustalıkla yürüyor.