Türkiye’de gündelik yaşama içkin birtakım süreklilikler aranıyorsa eğer, öncelikle, herhangi bir 24 saat zarfında birbirimizi ne sıklıkla “sahtelikle”, “iki-yüzlülükle”, “samimiyetsizlikle”, “içi-dışı bir olmamakla” veya “numara yapmakla” yargıladığımıza bakabiliriz. Başka şeyler de yapabiliriz: Bu ilginç “iç-dış ikiliğinin” tesiriyle, “ıslak imza” ve “resmi mühürde” yeni dinsel formlar veya noter kurumunun kendisinde inanç ticaretinin yeni yüzünü de keşfedebiliriz. Kısacası tüm bu görüngülerde bir şeylerin tezahürünü, eksikliğini hatta yozlaşmış halini görebiliriz. Ancak başka bir seçeneği de takip edebiliriz: Ahlakçı infialler veya teorisist coşku arasında sıkışmaktansa, şeylerin mantığına özel bir analitik ilgi göstermek. Bu kitap böyle bir öncelikten doğdu. Örtüsünü kaldırarak “ifşa” ettiği saklı bir gerçeklik yok. Mesih Yok. Gerçeklik sandığınız şeyin aslında sadece bir zan olduğunu yüzünüze muzipçe vuran dil oyunları da yok. Bu kitapta sadece “sıradan” var. Sıradan insanların sıradan karşılaşmaları ve sıradan etkileşimleri var. Sorduğu temel soru oldukça sıradan: Neler oluyor o anlarda? Bildiğinizden ve bilfiil yaptığınızdan başka hiçbir şey muhtemelen. Kitabın kadrajında ise, kullandığı mercek ve konumlandığı açı itibariyle, gündelik yaşamın kendine has etkileşim düzenleri, toplumsal faaliyetlerimizin ekolojisi; içerisinde kendimizi bulduğumuz ölçüde sıradan, ama o kadraj altında bulduğumuz ölçüde de bir o kadar başka…