Mu’tezile, İslâm Tarihinde kelam ilmiyle ilgili meseleleri ilk defa aklın ve felsefenin ışığında inceleyen ve böylece bu alanda alışılmış klasik anlayışın dışına çıkan bir ekol olarak bilinmektedir. Bu ekolü diğer ekollerden ayıran en önemli fark, dinî meseleleri ele alırken akıl ile nakil arasında kurduğu bağdır.
Büyük Selçuklular dönemi, Mu’tezile ekolü için önemli bir dönemdir. Bu dönemde Mu’tezile’yi üç ayrı kategoride ele almak gerekir. Birincisi, Büyük Selçuklular’ın kuruluş dönemi olan Tuğrul Bey dönemidir. Bu dönem, özellikle vezir Amîdülmülk Kündürî mahareti ile Mu’tezile’nin her alanda söz sahibi olduğu bir dönemdir. Özellikle devlet kademelerinde ve medreselerde görev yapacak olanların Mu’tezilî-Hanefî olması, önemli bir ölçüt olarak kabul edilmiştir. Bir taraftan Şâfiî-Eş’arîler devlet kademelerinden tecrit edilirken, diğer taraftan oluşan bu boşluk, Hanefî-Mu’tezilî’lerle doldurulmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla Sultan Tuğrul Bey dönemi, Mu’tezile’nin güç kazandığı önemli bir dönemdir.
Tuğrul Beyin ardından Büyük Selçuklu tahtına çıkan Sultan Alparslan dönemi, Mu’tezile için güç kaybı ve iktidar gücünü kaybetme dönemidir. Sultan Alparslan’ın Şâfiî olan veziri Nizâmülmülk, bir önceki sultan döneminde vezir Kündürî mahareti ile Şâfiî-Eş’arîlere uygulanan baskıcı politikaları ve yaşanan mağduriyetleri telafi edici bir dizi önlemler almıştır. Böylece Tuğrul Bey döneminde oldukça güçlü bir konumda olan Mu’tezile, iktidar gücünü kaybetmesine paralel olarak gözden düşmüş, bu süreçte Bağdat civarında tutunamayacağını anlayan Mu’tezile, Harizm bölgesine kaymış, burada Zemahşerî, İsfehânî ve Mutarrizî başta olmak üzere bireysel bazda gücünü korumaya çalışmıştır. Bu toparlanma sürecinde de tam anlamıyla başarılı olamayınca sonraki dönemde Mu’tezile’nin Zeydiyye’ye meylettiği görülmektedir.