‘Her şey’i ‘hiç bir şey’ olarak algılayan çağımızın bu ‘uykusuz’ adamı, ‘ölümün, içinde geviş getirip hayatı sindirdiğini’ hissederek yaşadı. Hayatı da umursadı, ölümü de...
En iyisinin, hiç kimsenin elinde olmayan ‘hiç doğmamak’ olduğunu düşünüyor ve aptal bir gülümsemeye takılıp kalacağını da bile bile varoluşuna bir anlam arıyordu.
Uzun gezilerinin birinde, Normandiya kırlarında rastladığı bir cenaze töreninde ayaküstü sohbet ettiği bir köylü, ona hayatın da her şeyin de anlamını iki sözcükle anlatıvermişti: “Evet bayım, bu kadar... Hepsi bu...”