Yunus Nadir Eraslan, Çırak’ta bize çocukluğumuzun iz bırakan dünyasından sesleniyor. Öykülerinde genellikle günümüzün genel öykü eğiliminin dışında bir çizgi izleyen Eraslan, henüz gerçek anlamda öyküsü yazılmamış tanıdık bir mahalleye yöneltiyor bakışlarını ve oradan yaşantılara ses veriyor. Evden, sokaktan, çarşıdan, esnaf dükkânından, dost meclisinden el alan bu öyküler, mahallenin sokaklarında büyüyen bir çocuğun, bir gencin yaşantısından kesitlerle ve sahici bir yaşanmışlık duygusuyla veriliyor. Gerçek hayatla örtüşen bu anlatılar okuyucuda otobiyografik öykü sanısını uyandırıyor.
Eraslan, bir çocuğun penceresinden anneyi, babayı, masalcı nineyi, sakalı mis gibi kokan dedeyi, camideki müezzini, terziyi, berberi, çarşı esnafının muhabbetini, idealist genci, düzeni değiştirmek isteyen dava peşindeki öğretmeni, ustayı ve çırağı anlatırken sakınmasız ve içerden bir dil kullanıyor; perdelemiyor, örtmüyor, simgeselliğe başvurmuyor. Bazen ironiye bazen gülmeceye kapı aralıyor. Kötünün içindeki iyiyi gösterirken de, iyinin içindeki kötüyü gösterirken de aynı duygu evreninden sesleniyor.
Eraslan, sahici bir dile yaslanıyor. İnandırıcılığını, samimiyetinden ve doğallığından alıyor. Bir kahvede ya da bir dost meclisinde oturup konuşur gibi yazıyor. Ölçülü biçili, ince işçilikle yontulup inceltilmiş bir dille kurmuyor öykülerini; oldukça serazat ve hayatın içinden sesleniyor. Yer yer argoya da yer açan bu dil asla sıradanlaşmıyor.
Şiire ve masala göz kırptığı yerlerde Dedem Korkut’un sesi yankılanır gibi oluyor.
- Ali Karaçalı -