Bu çalışmanın Türkiye açısından konusu, ‘soğuk savaş’ sonrası dönemi kapsamaktadır. İkinci dünya savaşı sonrası dönemde ABD ile SSCB arasında yaşanan askeri, siyasi, ekonomik ve hatta psikolojik rekabet olarak tanımlanabilecek olan soğuk savaş, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte sona ermiştir. Siyasi ve sosyal olaylar bugünden yarına değişebilen durumlar olmadıkları için onlarla ilişkili isimlendirme ve tarihlendirmelerin de kesin bir şekilde yapılamayacağı kabul edilmektedir.
SSCB’nin dağılmasından sonra yaşanan süreçte Türk dış politikasının önünde “Türk Dünyası” sayfası bir seçenek olarak açılmıştır. Bilindiği gibi, Türk Dünyası, Türkiye’de etkili olan bir kısım siyasi çevreler, düşünürler ve araştırmacılar için her zaman gündemde olmuştur. Ancak, resmi düzeyde gündeme gelmesi, hükümet politikalarına yansıması 1990’larda gerçekleşmiştir.
Çeşitli dönemlerde, Türkiye gündeminde yoğun yer işgal etmesine ve bazı çevreler tarafından sahiplenilmesine rağmen Avrasyacılık, aslında ne kamuoyu, ne hükümet ne de ordu tarafından
Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerine karşı ciddi bir alternatif olarak ele alınmamıştır. Aslında bu durum, Rusya’dakinin aksine Avrasyacılığın Türkiye’de hiçbir zaman güçlü bir entelektüel temele sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de Avrasyacılık; entelektüel anlamda ulusalcılık, Kemalizm, Yeni Osmanlıcılık ve Pan-Türkizm gibi yaklaşımlar içerisinde erimiş bulunmaktadır. Rus Avrasyacılığı’nın jeopolitik, metafizik, dinsel ve felsefi birikimine kıyasla, sadece ‘Batı karşıtlığı’ temelinde şekillenmiştir.