Ramazan ayı geldiğinde memleketin en çarpıcı motiflerinden birini, iftardan sonra cami minareleri arasında yanan mahyalar oluşturur. Yazıyla ışığı birleştiren mahyalardan yayılan deyişlerden biri, çocukluğumdan beri hiç değişmeden her yıl yeniden belirir. "Din hayattır" diye bir ay boyunca minarelerin arasından sokaklara akıp duran bu deyiş, garip bir şekilde hem huzur hem de tatlı bir ürperti verir insana... İnanan bir kalbin ve zihnin sesidir bu. Hayatın dinden, onun ‘öznesi’nden kaynaklandığını anlatır. Hayat, ‘99 güzel ismi’nden biri de ‘Hayy’ olan Allah’tan çıkar. Böyle inanılır ve düşünülür. Ama ‘aktüel’ olana ilişkin gözlemler, hayatı dine bağlayan bu bakışın tersine düşünmeye kışkırtır insanı. Ne aynı toprak üzerinde eskiden yaşanan din şimdikine benzer, ne de iki ayrı yerde yaşanan ‘aynı’ din birbirine benzer. Zaman ve mekândaki farklı hayat biçimleri dinsel yaşantıyı belirler, ona yeni biçimlenmeler kazandırır. Hayat dinden değil, din hayattan çıkar. Bu kitap, dinin hayattan çıktığına, ‘insanın dini yaptığı’na ‘inanan’ antropolojik bir bakış açısının ürünü.