Bir şehrin portresi ile bir kadının içsel yolculuğu aynı pencerenin manzarasında nasıl kesişir? Yaşadığımız yerler, yaşamlarımızın akışını nasıl belirleyebilir? Sanat eleştirmeni Kirsty Bell, Dip Akıntıları’nda penceresinden görünen manzaradan Berlin’in geçmişine, bir evliliğin bitiminden bir imparatorluğun yıkımına, Rosa Luxemburg’dan Christa Wolf , Walter Benjamin ve David Bowie gibi şehir sakinlerine, kent hafızasından aile dizimine uzanıyor ve bir terzi hassasiyetiyle sıra dışı bir anlatı dokuyor. Birbirinin peşi sıra ve yan yana yaşanan hayatlar, bir şehrin panoramasında geçmişten bugüne uzanıyor. Berlin’de, eşi ve çocuklarıyla yeni taşındıkları evde aniden bir su sızıntısıyla karşılaşan anlatıcı, bu sorunla birlikte sadece evde değil, kendi hayatında da bir şeylerin birikip taştığını fark ediyor. Bu bir kırılma ânı; bir işaret, belki bir kehanet. Evliliği parçalanmaya, ailesi bölünmeye başlarken evdeki bu tekinsiz akıntı adeta bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Berlin’in yeraltı suları yüzeye çıkmak için bastırırken yazarın zihninin derinliklerinden de Berlin’e, geçmişi trajedilerle, anlatılması gereken hikâyelerle, hatırlanması gereken insanlarla dolu bu şehre dair bir sel boşanıyor. Dip Akıntıları tarihsel bir döküm, mekân ruhuna bir saygı duruşu ve çarpıcı bir psikocoğrafya çalışması olduğu kadar kişisel ve toplumsal travmaları odağına alan, diptekileri yüzeye çağıran, derin ve su gibi akan bir anlatı. Su daima yolunu buluyor.