Henüz beş yaşındayken, tüm ailesiyle birlikte Romanya’daki Transnistria toplama kampına götürülüyor Manea. İnsanlık tarihinin en büyük travmalarından biri olan İkinci Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımı, böylece yazarın tüm hayatına ve eserlerine damgasını vuruyor. Daha çok totaliter bir devlette gündelik yaşam ve sürgün üzerine yazıyor. İnsanların iç dünyalarına odaklanıyor ve yalnızlıklarını, insan arayışlarını, beklentilerini, umutlarını anlatıyor. On beş öyküden oluşan bu kitabı da toplama kampları ve savaş sonrası travmalar hakkında; hastalanan zamanı, mankenlik oyunlarını, büyülü yumakları, kirli bir küp şekere bağlanan umutları, beş yıl süren geceleri, geri dönen korkuları, yıllar sonra Kafkaesk kâbuslara dönüşen anıları sade bir üslup ve çarpıcı bir ironiyle anlatıyor. Manea bu öyküleriyle ilk defa Türkçede.