“…Henüz renk ve koku bitmemiş fakat baharın renk cümbüşü o kadar belirsiz bir surette çekilmiş, o kadar tekrar dönmemek ümitsizliğiyle döner gibi görünse bile hemen yine solup kararan hırçın, boş arzularla o kadar acı acı çekilmiş ki bir gün işte tabiatın ruhu birden uyanıp görüyor, yapraklarının nasıl sararmış, birçoklarının düşüp çamurlar içinde çürümüş olduğunu görüyor ve şimdi hava ne kadar güzel olsa, o bir iki günün verdiği acılıkla bu güzel havaların ne kadar fani, bu renk ve kokunun ne vefasız, ne artık ele geçmez, eldeyken kıymeti bilinmemiş, öylece tüketilmiş bir hazine olduğunu acı acı görüyor, işte artık ne bir çiçek, ne bir koku kalmış... Artık onlara tahammül bile kalmamış, hepsi çürümüş. Evvelden yağmur yağsa bile ilgisiz kalırlardı, belki daha tazelik, daha hayat gelirdi. Şimdi... Şimdi işte yağmur, işte kış hepsini çürütüyor, her şey çürüyor, her şey...”
Eylül’de bütün olay, beş yıllık evli olan Suat Hanım ile Süreyya Bey’in bir yaz mevsiminde, kalabalık biçimde yaşadıkları konaktan ayrılarak Boğaziçi’nde küçük bir yalı kiralamaları ile başlar. Süreyya’nın hala oğlu Necip, sık sık gelip yalıda onların misafiri olur. Necip’in Suat Hanım’a karşı hissettiği derin saygı zamanla şiddetli bir aşka dönüşür. Necip’in aşkını fark eden Suat Hanım evlilik hayatında yaşadığı ilgisizlik nedeniyle ona karşılık verir. Ancak bu büyük aşk büyüklüğü nispetinde acı bir olay ile son bulur. Aşk ve ahlak kuralları arasında büyük bir bocalama yaşayan Necip ve Suat’ın gerilimleri romana psikolojik bir boyut katar. Eylül, edebiyat tarihimizde kaleme alınmış ilk psikolojik roman olmasının yanı sıra onlarca yıldır zevkle okunan ve defalarca basılan, “klasik” vasfını kazanmış bir eserdir.