Maurice Blanchot Felaket Yazısı'nda felsefi görüşlerini en görkemli haliyle, kendine has ve eşsiz üslubuyla sergiliyor. Felaket Yazısı bizi ebediyen yankılanacak "parçalı yazıyla" tanıştırıyor.
Felaket Yazısı'nda düşünce, çeşitli yönlerde - hep parçalanmış yönlerde - belli sorulara odaklanarak, sınır deneyimleri gerçekleştiriyor. Blanchot, désastre sözcüğünün etimolojisine gönderiyor: désastre -felaket- yıldızdan kopmak, öyleyse aydınlık ve merkezî bir güçten, onun toparlayıcı düzeninden, "kendine rağmen" ayrılmak.
Sen değilsin konuşacak olan; bırak, unutuşla ya da sessizlikle olsa bile, felaket konuşsun sende.
Biz ki, zamanın yollarında hep dönüşteyiz, ne ilerliyoruz ne geç kalıyoruz: Geç erkendir, yakın uzak.
“Bir kitaptır ancak patlayış denilen.” (Mallarmé.)
Sonsuz-sınırlı, bu sen misin?
Geriye, adına sustuğumuz adlandırılmamış kalır.
Ne okumak, ne yazmak, ne konuşmak, ne var ki sadece bunlarda yatar daha şimdiden söylenmiş olandan, Bilme’den, anlaşmadan kurtuluşumuz, verilenin belki kimse tarafından alınmadığı meçhul uzama, darlık alemine girişimiz. Felaketin eliaçıklığı. Ki orada hayat, ölüm, daima aşılmıştır.
Ebediyeti, onu geçici kılmak için, paylaşalım.
Ve yine de, en uzak olanın yakınlığına, en hafif olanın ağırlığına, ulaşmayanın dokunuşuna ancak dostlukla yanıt verebilirim, karşılıklı da olmayan paylaşımı da olmayan bir dostluk ile, iz bırakmadan geçip gitmiş olana dostluk, bilinmeyenin mevcudiyetsizliğine (non-présence) edilginliğin verdiği yanıt olan dostluk.