Dört yıl boyunca gerçekleştirilen yolculuklarla Gezici Deneyler Projesi’nin gönüllüleriyle 62 yatılı ilköğretim bölge okulu ve 15 köy okuluna gittik. ODTÜ’nün emektar Mavi Otobüs’ü taşıdı bizi. Amaç, köy çocuklarına "Sizler de büyük kentlerdeki çocuklar gibi başarabilirsiniz," demekti. "Yeter ki isteyin, çalışın; biz tıkandığınız yerde arkanızda olacağız," demekti; bilimsel merakı, yaratıcı düşünmeyi, hayal gücünü kamçılamaktı. Büyük kentlerin tüketim çılgınlığına kapılmış çocuklarıyla, çocukluğu bilmeden yoksulluğun, acıların sorunlarıyla boğuşan bu çocuklar aynı ülkede birbirlerinin varlığından habersiz yaşıyorlardı. Aileleri kalabalıktı, yoksuldu. Çocukların kimi tarlalarda, bahçelerde çalışıyor, kimi hasta yaşlı anne-babasına bakıyor, eve gider gitmez mutfağa koşup yemek pişiriyor, koyun güdüyor, tezek topluyordu. Onlar, okulsuz köyleri, öğretmensizliği, kardan, çığdan kapalı köy yollarını, selden, depremden yıkılmış okulları, kitapsızlığı, okula gelebilmiş bir kız öğrenci olmanın ayrıcalığını, yarının belirsizliğini biliyorlardı. O kadar yoksul, o kadar haklarından, insanca yaşam koşullarından habersizdiler ki, bizim kulplar bulup eleştirdiğimiz, daha iyisini istediğimiz okullar, onlar için cennetti. Büyük kentlerde nelere su gibi harcanan 250-300 milyon liralar, bu çocukların bir yıllık yemek-giysi masraflarını rahatça karşılayabilirdi. Yolculuğun ilk günlerinden beri beni derinden etkileyen köy çocuklarının öyküsünün mutlaka yazılması gerektiğine inanmıştım. Güneşin Çocukları böyle bir kitap oldu.