İlk kez tek ciltte bir araya gelen Geçmiş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar, 2. Abdülhamid döneminden 1980’ler Türkiye’sine bambaşka bir tanıklık…
Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın’la başlayan, benim çocukluk anılarımdan izlenimlerle örülü anlatışı sürdürüyordum.
Bir yandan da yitip giden, daha 1955’lerde yitip gitmeye başlamış İstanbul’u artık bir hayal-şehir olarak yansıtmaktı isteğim.
Gramofon Hala Çalıyor’u yazarken görece bir mutluluk dünyası oluşturmaya çalışmıştım. Geçmişin sıkıntılarını, acılarını sonradan, yaşanıp sona erdikten hayli sonra daha kıymıksız, dikensiz hatırlarız; sanki öyle. Geriye kalanı yazdım. Belki de hepsi, ölmüş insanların defterlerimizden bir türlü silemediğimiz, artık çevrilmeyecek telefon numaralarıdır.
Yürek Burkuntuları için, “Bir tek hikaye, sizi siz yapabilecek, yolunuz oradan gidecek, ötekileri boş verin,” demişti Edip Cansever. Belki uzun yıllar o çizgide gitmedim, sanırım Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin’le başlayarak, o çizginin derin etkisi altında kaldım.
İtiraf edeyim ki, Kafes’te ondan derin izler var. Cemil Şevket Bey’i düşünerek yazdığımı söyleyememm’i. Fakat hep gözümün önündeydi. Bir roman kişisi yarattığımı sanıyor, öyleyken, Cemil Şevket Bey’in hayatını çalıyordum... Düşünüyorum da, roman yazmak, hayatlar çalmak değil mi?
Kendi hayatın olmadı; roman kişilerinin hayatından kendine bir hayat. Okuyup gittiğin her yerden –önceleri romanlar, sonraları öykü, sonraları şiirler; sonra belki hep şiir – dirimler ve ölümler kuşandın. Yırtığını söküğünü dikebilirim diyordun, ölümlerin dirimlerin. Dikebildin mi? Yeniden başla!