Ressam Ali Kotan ve yazar Selim İleri’nin imge ve kelimeler arasında kurdukları ilişkinin, birden fazla çağrışım ve anlamı var. Bu uğurda söze, iki bireyin iç özgürlükleri ve kişisel tarihlerine doğru çıktıkları bu mahrem yolculukta, birbirlerinin betimleme gücüne duydukları merak ve güveni anmakla başlanabilir.
Hayat hücresinde suç ortaklığına düşerek, aynı ranzayı paylaşan iki insanın, birbirini görmeksizin, alacakaranlıkta paylaştıkları düş ve gerçeklerin bileşik çekimi var, bu metin ve resimlerde. İçgüdüsellik ve geri dönüşsüzlüğün dürüstlüğü, Kotan'ın imgeleri ve İleri'nin manzum, mahzun günce–metinlerinde paylaştıkları bir diğer ortaklık. Kotan'ın kül görmüş geçirmişliğinde, telve ömürlü, reçine organikliğindeki soyutlamaları, hafızayı, bir tür performansın aktörü haline getiriyor.
Belli belirsiz kimse, konum ve alanlar, bu tuval ve desenlerde, avcı yaratıcısının elinden, hükmünden kurtulmaya çabalayan birer yabanıl yaratığı andırıyor. Kotan'ın imgeleri, tabirinden kaçan birer rüya gibi. Cazip bir akıcılık, benzersizlik ve hızı bünyesinde barındırıyor. İleri, bu bonkör devinimden gönüllülükle yüklendiği kişisel ve kolektif belleği, nezaketle ve aynı anda kendisini de dinlemeye çabaladığı metinleri ile kâh küçük bir çocuk, kah alçakgönüllü bir anlatıcıya bürünüyor.
Daha ne denebilir? Tüm bu imge ve harflerin sanıklığı, hepimize tanıdıklıklarından. Buyurun, yaşam denen hücrede çektiğimiz şu ezeli suç ortaklığına o zaman. Kalem ve fırçanın, içi içine sığmayan o şiddetli, hayal gücü yüksekliğindeki özgürlük voltasına…