Felsefe ve bilimde doktrin kavgalarının sonuçsuzluğunu gördükten sonra onların devamını nasıl açıklayabiliriz? Doktrinler, aslında, sosyal-ruhsal tavırlarımızın ifadesidirler. Türlü durumlarda olaylara karşı türlü tavırlar alırız. Bugün filan durumlad aldığımız tavrı, yarın başka bir durumda almayabiliriz. Hatta öyle durumlar olur ki birinci tavrı tamamen bırakarak başka bir tavır almamızı gerektirir. Sözgelişi olaylar bizi başarıya götürdüğü ve gelecekten emin olduğumuz zaman tavrımız iyimserdir. O zaman iyimserlik tavrını benimsemişizdir. Başka türlü olaylar bizi ümitsizliğe götürdüğü vakit de tavrımız kötümserdir, yani kötümserlik tavrını benimsemiş oluruz. Öyle ise optimizm ve pesimizm iki sabit doktrin değil, iki tavırdır. Araştırmamızda bize daima deneyler rehberlik ettiği ve bu yoldan yeni keşiflere ulaştığımız zaman deneyci tavrı alırız. Fakat deneyin kısırlaşması karşısında dedüktif akıl yürütülmelerle akılcı tavrı alırız. Demek empirizm ve rasyonalizm iki doktrin olmazdan önce, iki tavırdır. Hatta onları uzlaştıran eklektizm de bir tavırdır. Birikmiş bilgimizde aklın yanılmazlığına güvendiğimiz zaman dogmatizm, yeni buluşlar eski ilkelerimizin kesinliğinden bizi şüpheye götürdüğü zaman skeptisizm birer tavır olur. Yaşama güçlerinin ve zorunlu ihtiyaçların bizi şiddetle ittiği vakit materyalist. Üstün değerlere yükselme gücünü kendimizde bulduğumuz vakit spiritualist oluruz. Başka insanlara bağlanmanın güçlerimizi sınırlayacağına inandığımız, üstümüzde zümre, toplum, cemaat gibi bir sınırlayıcıyı görmek istemediğimiz vakit liberalist, birbirimize şiddetli dayanışma bağlariyle bağlanmayı, birlik olmayı istediğimiz vakit toplumcu oluruz. Genel kavramların kutsallığına, hayatımızda önemli bir rol oynadığına inandığımız zaman ortaçağ anlayışiyle realist, bugünkü toplum anlayışı ile gelenekçi; onların kelimerden ibaret olduğunu görecek kadar eski kavramlara güvenimiz kaybolduğu zaman ise ortaçağ felsefesi terimiyle nominalist, yahut bugünkü toplum anlayışıyle ilerici (radicaliste) oluruz.