Eşi benzeri olmayan zamanlardan birinde, eşi benzeri olmayan bir “İnsan”ı anlatır bu kitap. Çok yönlü kişiliği, renkli hayat çizgisi ve alışılmadık başkaldırısıyla, yenilenlerin tarihinden günümüze ışık tutmayı başarabilen Şeyh Bedreddin’i anlatır.
Bedreddin, adaletli bir uygulama, çağına göre yenilenmiş bir hukuk, feodal yapıya ve kişisel egemenliğe karşı bir sistem istiyordu. Dünya görüşü çoğulcu, tasavvufa bakışı doğacı, zihniyet yapısı sorgulayıcıydı. Hayat algısı, hukuk, adalet ve eşitlik üzerine kuruluydu.
Bilmeyi arzuladı, bilmeye cüret etti, bilmeye yeltendi. Bildiğini herkesin önünde söylemeye cesaret etti, kendi doğrusunu sonuna kadar savundu. Meydan okuması gerekiyordu, meydan okudu. İsyan edilmesi gerekiyordu, isyan etti. Sonuna kadar bilip inandığının peşinden gitti.
Bilinmedik bir kıyamdı Şeyhin kıyamı. Kim görmüştü o vakte kadar, ezilenden yana duran bir “devletlû” kişiyi?
Başkaldırısı özgündü, kendisi de özgün bir şahsiyetti. Anadolu’da dini motiflerle başına adam toplayıp başkaldıran diğer isyancılara benzemezdi. Bedreddin, daha sonra dünyada meydana gelecek büyük başkaldırıların habercisiydi.
Henüz tarihçilerin net bir fotoğrafını çekemediği, resmini çizemediği bir yolda, yüz hatları tam belli olmayan bir portredir Bedreddin. Akıl ve bilginin ötesinde, belki de sezgiyle çizilecek bir portredir.
Üstü ne kadar örtülse de, daha derinlere gömülmek istense de, vakti geldiğinde silkinip bütün yüzyılların ötesinden “buradayım” diyen bir efsanedir Bedreddin.
Kazananlar ve onların kulları kaypak kelimelerle örterler gerçeğin üstünü. Perdenin ardında olgunlaşan gerçek, saldırgan inançların tarihini uysallaştırır. Önyargılar evrilir gerçeğe doğru. Zaman, şaşmaz adaletiyle bir gün hakkı sahibine teslim eder.
Gizlenen efsaneleşir ve efsanelerde canlanır kaybedenlerin gerçeği. Kazananların tarihi varsa, kaybedenlerin efsanesi vardır.
Bedreddin der ki: Herkesin kendince bir onuru, bir değeri vardır. Herkes kendi evinin, kendi vicdanının sultanıdır. Ben de halimce Bedreddinem.