Mehmet Başaran bu kez bir tür belge romanla okurun karşısına çıkıyor: Giz Kokan Suskunluk. 12 Eylül karanlığında yaşadığı bir “olay”ı, içsel çatışmalarla, tinsel iniş-çıkışlarla kaleme alıyor. Kızı Deniz, ailesi ve yakın çevresi de bu serüvenin içinde. Yine, şiirli bir dille yazılmış “doğa sevgisi”ni okuyoruz.
Bir sempozyumda konuşmacı olarak, çağrılı olduğu Berlin’e gitmek için verdiği “suskun mücadele”, uyanıkken görülen karabasana dönüşüyor. Birden kendini korku labirentinde buluyor: gizli dosyalar, “öbür yan”, sert bürokrasi, sıkıyönetim, polis. Bu süreçte kimilerinin yüzü kara duvar; ve bir terörist, amansız bir sakıncalı diye bakıyor yılların emekçi öğretmenine...
Yokuşu aştık da, gideceğimiz yer göründü mü? İçimde bir kırgınlık... Gülhane Parkı’nda mı neydi, “Kahkahalar Evi” denilen bir yere girmiştik Deniz’le bir gün. Sıra sıra aynalar önünden geçiliyordu; bakanı uzatan, kısaltan, genişleten, çarpıtan aynalar... Gizli bir el, görünüşümüzle oynuyor, biçimden biçime sokuyordu bizi. Her bir ayna önünde değişik bir yanımızla karşılaşıyorduk ve kendimizi tutamıyorduk. Başka bir tadı vardı kendimize gülmenin. Neden, öyle bir yerden çıkmış gibiyim şimdi? Hiç bilmediğim yanlarımla mı karşılaştım? Hayır, gülemiyorum, İ. Beyle, G. Hanımın getirdiği dosyalara nasıl yansıdığımı bilmiyorum ki... Değişik açılardan bakanların, izleyenlerin gözleri kim bilir nasıl çarpıtıyor kişiliğimizi. Onlar, aynalar gibi nesnel değil, üstelik düşüncelerini, yorumlarını katıyorlar işe.