Ağaçlar dalgakıranım, bu kerpiç duvarlar sağlam kalelerim oldu.
Bu ev o “dışarıdakilerden” ikimizi korudu. Seni hapsettim buraya.
Affedersin. Teşbihte hata ettim. Bir mahpusluktan başka bir mahpusluğa koydum seni. Aşk bir mahpusluk değildir. Aşk koskocaman bir hapishane olan dünyanın açık kalan tek kapısıdır. Kaçalım mı sevgilim o kapıdan? Hadi gel artık tut elimden.
Gözümden Deliler Taştı’yla Çağan Irmak, o eşsiz filmlerinden de aşina olduğumuz sıra dışı, derinlikli karakterlerinin, Ege’nin bir kasabasındaki acı-tatlı yaşamlarını çok katmanlı, şiir gibi öykülerle bize anlatıyor.
Cıgaralı Naciye’nin sinema tutkusundan, Haktan’ın sırlarla dolu hayatına; Hüsniye Hanım’ın sıkıntısından, bir mevtanın dramına; Elektrikçi Kemal’in inadından, Perizat’ın küskün kalbine ve
bir çocuğun rengârenk hayal dünyasına…
O her dem gittiğimiz sahil kasabasına, bizi gülümseten gazinolara, hıncahınç doldurduğumuz pazar plajlarına ve özlemle hatırladığımız 70’lere ışınlanıyoruz…
Geceden hazırlanıp yoğrulmuş ekmek içi ve soğanı bol tutulmuş kıyması az köfteler yaz sıcağında daha fazla beklemesin diye öğlen olmadan mangala atılır, iyot kokusu kısa bir zaman sonra yerini et ve duman kokusuna bırakırdı. Aile babaları dışında kişi başına üçer taneden fazla düşmeyen assolist köfte, bol ekmekle katık edilir, doyurmayınca da harcıâlem domates ve yeşil biber yetişirdi imdada. Domatesin uvertür olduğu zamanlardı.