İster bir aşk ilişkisinde, ister güvencesiz çalışmaya karşı verilen bir mücadelede olsun, bırakalım gerekeni ve arzu ettiklerimizi yapmayı, maruz kaldığımız şokları karşılamayı bile beceremiyoruz. Eylemin ve söylemin felce uğramasından doğan bir güçsüzlük, kapitalizmde yaşam biçimlerimizin temel özelliği haline geliyor. İşin garibi, bu güçsüzlük kullanılmayan, yani edime dönüşmeyen yetiler ve becerilerin görülmemiş bir birikimiyle el ele gidiyor. Güçlerimizi idare ediyoruz, ama kullanamıyoruz. Ses çıkarma yeteneğimiz sapasağlam duruyor, ama istediğimiz sözü bulup da söyleyemiyoruz. Yaşam boyu eğitim adeta görevimiz haline geldi, ama yetilerimizi edimselleştirmeyi nefesimizi tutmuş beklemekten başka bir şey yapamıyoruz. Kim bilir ne yapmak için önümüze çıkacak fırsatı, hiç öngöremeden, gönülsüzce bekliyoruz.
Virno, kederli tutkularımızdan kurtulmak istiyorsak, gücün gerçekleştirilmek yerine istiflenmesinden, eksikliği değil de fazlalığından kaynaklanan bu güçsüzlüğü anlamak zorunda olduğumuzu söylüyor. Gücün farazi kıtlığına çare bulmaya çalışmak yerine, sahip olduğumuz güçleri gerçekten engelleyen bu bollukla nasıl başa çıkabileceğimizi soruyor. Gerçeği dönüştürmeye muktedir bir praksisin koşullarını, bu kronik güçsüzlükten kaçmayı sağlayacak kolektif alışkanlıklarda ve ortak kullanımlarda arıyor.