İslâm hat sanatının en güzel örneklerinin verildiği Osmanlı devrinden günümüze bu sanatın üstatları hakkında yazılmış muhtelif eserler mevcuttur. Gelibolulu Mustafa Âlî’nin (v. 1008/1600) Menâkıb-ı Hünerverân’ı, Suyolcuzâde Mehmed Necîb’in (v. 1758) Devhatü’l-Küttâb’ı, Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi’nin (v. 1788) Tuhfe-i Hattâtîn’i, Mirza Habîb’in (v. 1894) Hat ve Hattâtân’ı ve nihayet İbnülemin Mahmud Kemal’in (v. 1957) Son Hattatlar isimli eseri klasik haline gelmiş kaynaklarımızdandır. Vaz edilişinden bu yana hat sanatının üstatlarını kesintisiz bir silsileyle ele alıp bize tanıtan bu eserler içinde Nefeszâde İbrahim Efendi’nin (v. 1650) Gülzâr-ı Savab’ı seçkin bir yer tutmaktadır. Gülzâr-ı Savab’ı değerli kılan özellik hat, tezhip ve minyatür gibi sanatların ana malzemesi olan kâğıt ve mürekkebin imal tekniklerini konu alması ve bu ayrıcalığıyla sanat tarihimizin en önemli çalışması olmasıdır. Bu durumu eserin neşre hazırlanmasında katkısı bulunan şahıslardan Burhan Toprak şöyle açıklıyor: “Müellif... aharlardan, bunların imalinden, mürekkeplerden ve mürekkeplerin imalinden, kalem, kalem açmak ve kalemtıraş gibi şeylerden bahsediyor ki böyle toplu bir halde bu malumata hemen şimdiye kadar Türkçe hiçbir kaynakta rast gelinmemiştir… Kullanıldığı kitaplarda, üzerinden asırlar geçtiği halde rengini atmayan, güzelliğini, parlaklığını kaybetmeyen, yazma kitaplarda sahifelerin yapışmasına meydan vermeyen, hatta rutubetten bile müteessir olmayan Türk mürekkebinin nasıl yapıldığını bilen Türkiye’de bugün belki birkaç kişi kalmıştır. Eğer bu kitap da olmasaydı bir müddet sonra Türk mürekkebi denilen şey hepimiz için unutulmuş bir sır olacaktı.” Eser bildiğimiz kadarıyla bu alanda derli toplu ve sistematik bilgi verilerek yazılmış, günümüze kadar ulaşmış tek kaynaktır. Bu sebepten klasik Türk-İslâm sanatlarının son temsilcilerinin dünyayı terk etmeye başladığı geçtiğimiz yüzyılın ortalarında hamiyet sahibi birkaç kişinin gayretiyle neşre hazırlanmıştır. Kilisli Rifat Bilge’nin 1938’de yayımlanan bu çalışması kaynak olma vasfını korumasına rağmen, sonraki yıllarda hatırdan uzak kalmış, 85 yıl aradan sonra yeniden Büyüyenay Kitaplığı’nda yerini bulmuştur.