Yıl 1942... İkinci Dünya Savaşı’nın en karanlık günleri yaşanmakta... Avrupa boydan boya faşizmin boyunduruğu altındadır. Sovyetler Birliği’ne saldırısının ikinci yılında, hızla Kafkasya’daki petrol yataklarına ilerleyen Nazi Ordusu’nun önüne son bir engel çıkmaktadır: Stalingrad şehri. Son direnç noktası.
Haritada bir noktadan fazla bir yer kaplamayan bu şehir, kelimenin tam anlamıyla faşizme karşı direnmenin sembolü haline gelmiştir. Nazi işgali altındaki Paris’ten, Prag’a, Varşova Getto’sundan, toplama kamplarından, Yugoslavya dağlarından; SSCB’nin diğer şehirlerine, hatta Londra’ya, Washington’a dek tüm dünyanın nefesini tutarak sonucunu beklediği bir çarpışmadır, Volga nehrinin kıyısında yaşanan çarpışma. Stalingrad savaşı, Nazilerin o ana değin aldıkları en büyük yenilgidir ve her yerde coşkuyla karşılanmış, umut ışığı olmuştur. Savaşın seyrinde bir dönüm noktası olan Stalingrad savaşının ardından Naziler inisiyatifi kaybetmiş ve Sovyet ordusu karşısında sürekli geri çekilmiştir.
Konstantin Simonov, romanında tüm dünyaya faşizmi yenen Sovyet insanının kahramanca ama bir o kadar da sade hayatını, karakterini anlatıyor. Yüzbaşı Saburov ve yoldaşları basit, inandırıcı, abartısız bir şekilde, hem güçlü ve hem zayıf yönleriyle ortaya konuyor. Gündüzler ve Geceler’in her sayfasında kahramanlık olmasına rağmen, Simonov bunu alçakgönüllü bir sadelikte anlatıyor. Böylece tüm enerjilerini ve hayatlarını bir sonraki binayı Almanlardan geri almaya harcayan, savundukları üç binanın aslında tüm ülkelerini temsil ettiğini düşünen bu insanlar, nefes alan karakterler haline geliyorlar. Harabeye gelen şehrin yıkıntılarında, bodrumlarında dostluklar kuruyor, aşklar yaşıyor, özlemler duyuyor, ihanetlere uğruyorlar, ama asla savaşmaktan vazgeçmiyorlar.