Hakikatçı Alevilik; inançta onunla bağdaşmayan uygulama farklılıklarını, yerleştirilmeye çalışılan dinsel öğe ve ritüelleri, aklın almadığı davranış ve kurallara karşı gelişen bir öğreti olup, düşünce olarak yüzyıllardır var olmasına karşın, gelişme ve yayılma sürecini ancak 19. yüzyılda tamamlayan, Aleviliğin aydınlık yüzünün yansımasıdır. Bu bağlamda; Geleneksel Aleviliğin kimi metafizik ve İslami etkilenmelerle akıl dışı kurgusal inanç değerlerini ret ettiği gibi, doğa gerçeklerini ve bilimi esas (referans) alarak, felsefi yaklaşımlarla yaşamda karşılığı olan düşünsel bir zemine oturtmaya çalışır. Tarihsel gelişme seyrine bakıldığında ise Aleviliğin toplumcu yanını ve tabulardan arınmış bu yorumunun, çıkış ve kaynak alanı her ne kadar Dersim gösterilse de, gelişme ve yayılma ortamını İç Toroslar-Binboğalar bölgesinde tamamlayan bir öğreti/bir inanç/bir felsefi düşüncedir.
İnsanı, inancın merkezine oturtan bu düşünce; din, dil, ırk, renk, yaşam biçimi ayırımı yapmaksızın tüm insanları kardeş gören, adalet ve eşitliğe dayanan; yönetenin ve inaç otoritelerinin, dedegan inanç temsilcilerinin ötelendiği, toplum dışı bırakıldığı, özel mülkiyetin sınırlandırıldığı, emeğin en büyük değer olarak görüldüğü, hatta toplumsal iş bölümünün uygulanılmaya çalışıldığı bir yönetim şeklini savunması ve ileri sürülen felsefi düşüncenin temel ilkelerini kapsayan değerler bütünü olarak ifade etmek, sanırım “Hakikatçı Alevilik” için yerinde bir tanımlama olur. Bir diğer yorumla irdelemek gerekirse Hakikatçılık; dinsel kuram ve kavramlarla şekillenmeyen, “Hakk” bildikleri Tanrı ile sorunsuz ve barışık, Hakk’ın insanda olduğuna inanan, geniş düşünsel bir yapılanma olup bahsedildiği gibi temel öğesi insan olan, “eşitlik-üretim-emek” temeline dayalı insan odaklı bir düşüncedir. Şunu net olarak söylemek gerekirse, toplumcu yaşam biçiminin farklı bir yansımasıdır. yıllar sonra anımsadıkça, tanrım ne uzun bir geceydi diyecekti…”