Hemen her romancının adıyla özdeşleşen bir başyapıtı vardır. Bu nedenle Stendhal dendiği an akla Kırmızı ve Siyah gelir.
Kırmızı ve Siyah'ın Julien Sorel’inin Napolyon tutkusu, aşkları, okul hayatı okuyucuyu derinliklere çeker. Trajik son gerçekleştiğinde okur, gerçek bir yakınını kaybetmiş gibi hisseder kendini; ister istemez, romanın örgüsünü yeniden düşünür, trajediyi üreten koşulları yeniden sorgulama ihtiyacı duyar. Stendhal'in ne kadar büyük bir romancı olduğunun göstergesidir bize armağan ettiği, ya da bizi tanıştırdığı diyelim, bu kahraman. Daima merak konusudur yazarın hayatının esere sızıp sızmadığı. Böylesi bir merak okurun farklı mecralara yönelmesini de sağlar. Stendhal kimdir, romanlarını nasıl yazmıştır, onun kaleminin itici gücü nedir? Sorular elbette çoğaltılablir.
Elinizdeki kitapta Stendhal (gerçek adı Marie-Henri Beyle) çocukluğundan başlayarak kendi hayatını anlatmıştır. Kitabın kadrosunu ağırlıklı olarak kendi ailesi oluşturur. Bir yazarın, aşklarını, özlemlerini, okul yaşamını anlattığı özyaşamöyküsel bir başyapıt üretirken roman sanatının iç dinamiklerinden ödün vermemesi oldukça zor olsa gerek. Ancak Stendhal baştan sonra belleğine güvenerek okuruyla dürüst bir ilişki kurmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Yazarlığına ve üretkenliğine yönelik kaygılarını da başarıyla dahil etmiştir yer yer eksiltili anlatımına. Tüm bunlardan yola çıkılarak Henri Brullard'ın Yaşamı'nın onun diğer eserlerinin yeniden anlamlandırılmasına yardımcı olacağı açıktır.
Stendhal'in 1835-1836’da yazdığı bu başyapıt ne yazık ki ancak 1890’da yayımlanabilmiştir.