“Desem ki ‘Dünyanın merkezi, bir Batı Asya, Ortadoğu, Mezopotamya, Doğu Akdeniz, Türkiye, Kürdistan, Güneydoğu Anadolu, Dicle, OHAL... kenti olan Diyarbakır’da, bir gecekondu şehri olan Bağlar’da, tren garı ile Göçmenler Caddesi’nin kesiştiği noktadaki Şeytan Pazarı’dır... İnanmazsan ölç de bak!’”
Mehmet Atlı, kozmopolit bir geleneksel şehirden bir Cumhuriyet taşrasına dönüşerek yıldızı sönen, son dönemde ise metropolleşen ve yeni kimlikler edinerek yıldızı yeniden parlayan Diyarbakır’ın çehrelerini anlatıyor. Mimar gözüyle, edip zevkiyle, hemşeri muhabbetiyle...
Surlara bakıyor; duvarların şehir kuran ve biçimlendiren işlevini görüyor. Gazi Köşkü’ne bakıyor; resmî tarihi ve onun örttüğü kadim tarihi görüyor. Dicle’yle kentlilerin ilişkisine bakıyor. Parkların, kamu binalarının, ortak alanların, mahalle-sokak adlarının “anlamına” bakıyor. Diyarbakır’da cemevinin “anlamına” bakıyor.
Diyarbakır’ın bir “Türk şehri” olduğunu söyleyegelmiş milliyetçi propagandaya Mehmet Atlı, “Evet, bir Türk şehridir de” cevabını veriyor: “Bir Roma, Latin-Yunan, Ermeni, Süryani, Arap, Kürt, Muhacir, Güvercin, Sur ve Çingene şehri olduğu gibi aynı zamanda Türkler ve Türkçe de yaşamaya devam ettiği için böyledir bu.” Bir kent tarihinin
yazılabilmesi için yalnız milliyetçiliklerin değil folklorik tahayyülün de aşılmasına ihtiyaç olduğunu vurguluyor yazar.
Diyarbakır için modern bir şehrengiz...