Hukuk, sadece normlar, kurallar, kategoriler, ilkeler ya da kavramlar olarak değerlendirildiği müddetçe şeklî bir soyutlamadan başka bir şey değildir. Liberalizmin hukuksal söyleminin mantığının kavranabilmesi, hukuku, yürürlükte bulunduğu ekonomi politik sistemdeki iktidar, ideoloji, toplum, kültür ve tarih gibi bir dizi farklı etmenle bir arada göz önünde bulundurulacak biçimde, karşılıklı bir ilişkiler ağı içinde değerlendirmeyi zorunlu kılar. Zira hukukun görünmeyen veya görünmesi pek de arzu edilmeyen yüzü, hukuk düzeni vasıtasıyla ekonomi politik sistemin bekasının sürdürülmesinde, sistem içindeki egemen unsurların çıkarlarının korunmasında, var olan hukuksal ve ekonomik eşitsizliklere, sömürü koşullarına, ayrımcılıklara karşı yürütülen mücadele ve itaatsizliklerin bir kısmının yasadışı hale getirilmesinde ortaya çıkar. Hukuk, bu görünmeyen yüzüyle, gerçeklerin maskelenmesi ve insanların zihinlerinde bir tür sahte bilinç yaratılmasında başrolü oynar. Devletin hem ideoloji hem de baskı aygıtı olarak işlevselleşir. Bu nedenle liberal hukuk düzeni, dış dünyadan soyutlanarak, tek başına belli değerler üreten ve belli anlamlara sahip bir yapı şeklinde düşünülemez. O, her zaman üretim ilişkilerini, toplumsal gerçekliği ve iktidarın gerekliliklerini takip eder. İşte tüm bu nedenlerle hukuk politiktir; mevcut ekonomi politik sistemin içine kök salmış ve onunla bütünleşmiştir.
Bununla birlikte hukuk, her zaman egemen güçlerin tek taraflı biçimde kendi lehlerine çalışan bir aracı olmamıştır. Aynı zamanda geniş kitlelerin, iktidar odakları üzerinde baskı kurabilmeleri, kendi karşı hegemonyalarını inşa edebilmeleri, liberal ekonomi politik sistemin işleyişi ile kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanan ve sözü edilen kitlelerin aleyhine sonuç doğuran süreçlerin tersine çevrilebilmesi noktasında bir savunma ve mücadele aracı olarak da kullanılabilmektedir.