Biz çocukluktan ergenliğe geçerken “Ülke elden gidiyor? Din elden gidiyor?” söylemleri dört bir yandan yayılıyordu. Aileden, çevreden, genlerden gelen “Allah sevgisi, vatan sevgisi, millet sevgisi, bayrak sevgisi…” gibi kutsalların harmanladığı bir ruh ile şekilleniyorduk. Bu değerler için canımızı, malımızı vermek, kanımızı akıtmak doğal görevlerimiz olarak ruhumuza işliyordu, bu değerlerin toplamı bizim gibi ailelerde, ortamlarda yetişen çocuklar için “aşk” hâline getiriliyordu. Nenelerimizin hikâyelerinde birer “Köroğlu”, okuduğumuz kitaplarda birer “Kürşat”, seyrettiğimiz filmlerde birer “Kara Murat, Tarkan” oluyorduk. Vatan kutsaldı, millet kutsaldı, din kutsaldı… Çok sayıda kutsalımız vardı; sorgulamadan, tartışmadan uğruna ölmeye hazırlandığımız kutsallar… Kahramanlarla özdeşleşen insanlardık ama sonuçta insandık. Bizim de yüreğimiz vardı. Bizim de kalbimiz vardı, bir çift göz uğruna eriyip gitmeye hazır bir yürek vardı içimizde… Biz de cihan padişahları gibi “bir gözleri ahuya zebun” oluyor, olmaya can atıyorduk. Bütün kutsallarımızın hemen yanında yetim bir çocuk gibi yürüyen bir başka “aşk” daha yaşardı içimizde. Seven, sevilen ama sevdiğini söylemeye çekinen, sevildiğini kabullenmekte zorlanan bir gönül... Ülkücüsü, devrimcisi… Bir dava uğruna can vermeye gönüllü olacak kadar cesur her genç, dünyasını, gözlerinin rengiyle renklendiren “sevgili”nin dudaklarından dökülecek “Seni seviyorum.” sözleri uğruna da seve seve ölüme giderdi. Yetiştiğimiz ve büyüdüğümüz dönemler hep “kahramanlık” dönemleriydi. Vatan için, millet için, bayrak için, din için ölmeye hazır çocuklardık biz. Bu kutsallar için ölüme gitmek duygusu alenen sergilenirdi ama bir çift göz uğruna yaşamak ve ölmeye hazır olmak yüreklerde gizlenirdi. Toplum ve şartlar kutsallar için ölmeyi yüceltirdi. Vatan elden giderken, millet elden giderken, bayrak indirilmek istenirken sevgisiyle tepeden tırnağa sarıp sarmalasa da bir kızın peşinde görünemezdik.
İşte ben ve benim yaşıtlarım bu “iki aşk arasında” yetişip büyüdük. Bu yüzden “iki aşk arasında” olduk ne olduksa… Kimimiz ülkücü, kimimiz devrimci…