“Bazen buradan ayrılmaktan ve Paris’e gitmekten, ellerimi tuttuğunu, bana çiçeklerle dokunduğunu hissetmekten başka bir şey arzulamıyorum, sonra nereden geldiğini, nereye gittiğini de bilmek istemiyorum. Benim için sen Hindistanlısın ya da daha da uzak, karanlık, kahverengi bir ülkeden; benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin. Hala hiçbir şey bilmiyorum senin hakkında ve bu yüzden senin için korkuyorum, bizlerin burada yaptığı herhangi bir şeyi senin yaptığını hayal edemiyorum, ikimiz için bir saray kurmalı ve o sarayın içinde benim sihirli efendim olabilmen için seni yanıma almalıydım, orada halılarımız ve müziğimiz olacak, orada aşkı bulacağız.
Sık sık düşündüm, senin en güzel şiirin ‘Corona’, her şeyin mermere dönüştüğü ve ebedileştiği bir ânın çok önceden kusursuz bir biçimde gerçekleşmesi o. Ama buradaki ben için ‘zaman’ olmuyor. Elime geçmeyecek bir şeye açlık duyuyorum, her şey sığ ve tatsız, yorgun ve daha kullanılmadan yıpranmış.
Ağustos ortasında Paris’te olacağım, birkaç günlüğüne. Neden, niye sorma bana, ama benim için orada ol, bir akşamlığına ya da iki, üç...
Beni Seine Nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sularına.”
24 Haziran 1949, Viyana