Yara bere ve kan ter içinde gizemin gizine doğru soluk soluğa tırmandığım tepelerin üzerine baykuş seslerinin korkunçluğu yayılıyor. O sırada izbe yerlerden çıkan akbabalar sürüsü başımın üstünde etlerimi kopartarak avlamak için beni beklerken dehşet içinde kaldığım karanlığın korkulu yüzüyle karşılaştığımda, elimdeki meşalenin soluk sarılığıyla titreyen kırmızısında silikleşen silüetim ve atmış benzimle durdurulduğum yerde bakıyorum etrafıma. “Ben kimim? Ben neredeyim? Kimse yok mu? Ne olur kaçmayın benden!” diye avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Korkular sarıyor bedenimi. Peki, bulunduğum yer dünyanın merkezi değilse neresi, burayı hiç görmedim ki! Kim sürükledi, ne işim var burada, niye kimse yardım çığlıklarımı duymuyor, neden? Kimse yok mu?