Eleştirmen Georg Lukács, romanı Tanrı’nın terk ettiği bir dünyanın epiği olarak adlandırmıştı. Alphan Akgül ise erken dönem Türk romanını, geleneksel dünyası yıkılan bir toplumun trajedisi olarak tanımlıyor. Akgül’e göre, zaman yasası geriye doğru işlemediğinden ilk romanlardaki trajik sonlar, özgür iradeleriyle yaşama arzusuyla yanıp tutuşan gençlerin ağıdına dönüşür. Modernite Türk toplumunun damarlarına nüfuz ettikçe bu romanlardaki gençlerin arzuları daha da masumlaşır ve ilk bakışta bir imkânsızlık anlatısı gibi görünen trajik üslup, bir toplumsal dönüşümün başat edebî türü olarak edebiyat tarihinde yerini alır.
Dağınık bir çağın dağınık trajedileri karşısında olduğumuzu da vurguluyor Alphan Akgül. Roman yazmayı henüz öğrenmiş bir yazar kuşağının trajik olay örgüsü eskizleri gibidir bu eserler. İlk romancılar trajedi ile komedi arasında salınıp dururlar, yıkıcı olayları felsefi bir anlam arayışıyla birleştiremezler ama yine de yazdıkları romanların ana çatısı trajik olay örgüsüne yaslanır. Sanki bir karabasanı anlatmaya niyetlenmişlerdir de dinleyeni ürkütmemek için çareler aramaktadırlar. Akgül, Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat, İntibah, Sefile, Sergüzeşt, Aşk-ı Memnu, Zehra, Felatun Bey’le Rakım Efendi, Araba Sevdası, Şıpsevdi, Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği adlı romanları didikliyor ve anlatılmak istenen trajik karabasanları yeniden kurmayı deniyor.