“Kimsesizlik anne baba sahibi olmak ya da olmamakla alakalı değildir. Kimsesizlik, anlaşılmamak, tam olarak sevilmemek, hiçbir zaman kişisel ya da sosyal alanında kimse tarafından tam bir kabulleniş, sahiplenilme ya da koruma görmemek, şefkati kendi kendine vermeye çalışırken berbat bir şekilde köşeli, sert, korkudan delik deşik olmak ama aynı zamanda yaralarının kabuğundan zırh yapmak, tüm acısını da o zırhın ardına saklamış bir ruh olarak tek başına büyümek, yola devam etmek, ummak ve belki de en tatsızı, hiçbir zaman gerçekten yaşayamamak demektir.”
–Pia
Kendi evinde kabul görmemiş, varlığı, istekleri, acıları ya da maruz kaldığı hiçbir türden duygu dalgalanması fark edilmemiş küçük bir kız çocuğunun acının ve hayal kırıklıklarının her türlüsüyle sınanmış yaşamına Gümüşsuyu’nun yokuşları, Kınalıada’nın serin suları, Bebek’in dar sokakları yuva olur. Bu kimsesiz kız çocuğu, kendi evinde âdeta bir otel odasına sığınmış, sesi duyulmayan, varlığı ile yokluğu bir görülen, sıradan, değersiz bir misafir gibidir. Ne yazık ki hiçbir zaman ailesinin bir parçası olamaz ama kendi ailesini kurma hayallerinden, o yalnız ve mutsuz otel odasından kurtulma isteğinden de asla vazgeçmez. Bazen kötü bir rüya olarak düşünmek istediği, bazense hiç unutulmayacak bir masal gibi geçen tüm hayatı boyunca zorluklara inat, ışıl ışıl var olmanın emsalini sergiler.