“Karanlık geceyi kan kırmızı bir renk ile yırtan güneş kendini belli ediyordu. Hızla yürüdüm çamurlu yoldan ve mahallemizin meydanındaki kahvenin önünde beklemeye başladım. Ciğerimi cayır cayır yakan o ürperti gitmiş, yerini ağır bir vicdan azabı almıştı. Yaşım daha on altı bile değildi. Başımı kaldırıp baktım geride bıraktığım gecekondumuza. Annem, babam, kardeşim… Burnumu çektim yutkundum. Köşeden görünen taksiye el kaldırdım. Sabahın beşinde gürül gürül Müslüm çalıyordu arabanın içerisinde. Bitirim taksici abi beni süzdü. Gaza yüklendi. Başımı kaldırmadan mırıldandım: ‘Otogara abi…’ Taksici abi cevap vermedi.
Birkaç dakika sonra Adana otobüsüne binip yıllar sürecek olan yolculuğuma başlıyorum. Onlarca ülke geziyorum, sokaklarda yatıyorum. Çenemde üç kırık, kolumda sekiz santimlik falçata yarası, dudak ve burnumda kavgalardan kalan izler, sağ kaşımda kırılan şişe, sol kaşımda suratıma yediğim sopanın hatıraları, kafamda yirmiye yakın yarık, sağ bacağımda bir tornavida yarası, parmaklarımda ağzını kırdığım piçlerin diş izleri kalıyor geriye. Çok işler geliyor başıma.”